Psikanaliz, insan zihninin derinliklerinde saklı olan ”bilmek” arzusunu ve bu arzuya engel olan bilinçdışı dinamikleri anlamaya çalışan bir yolculuktur. Her ne kadar psikanaliz insanı daha “akıllı” yapmak gibi bir iddiayı taşımasa da, bireyin kendini daha iyi tanıyarak duygu ve düşncelerini anlamlandırmasına katkı sağladığında bu sonucun ortaya çıkması şaşırtıcı değildir. Zira akıllı olmak, öğrenmek ve bilinmeyeni bilmeye cesaret etmekle bağlıdır.

Doğduğumuzda, sınırsız bir merakla doluyuzdur. Ancak zamanla, bilmekle ilgili kaygı ve suçluluk duyguları bu merakın önünü keser. Merak ve bilmekten kaçınma arasındaki bu gerilim, insan gelişiminin doğal bir parçasıdır. Psikanalitik terapilerin temel amacı, bireyin bastırdığı ya da bilmekten kaçındığı gerçeklerle yüzleşmesini sağlamaktır.

Tarihte bilme arzusunun engellenmesi fikri, Adem ve Havva öyküsü ile çarpıcı bir biçimde anlatılmıştır. Cennet Bahçesi’ndeki yasak elma, yasak bilgiyi temsil eder ve bilmenin şehvetsel ve tehlikeli bir şey olarak algılanmasına neden olur. İncil’de ”bilmek” sözcüğü hem anlamak hem de cinsel ilişki kurmak anlamında kullanılır. Bu, erken çocuklukta karşılaşılan büyük bir ikilemi simgeler: Cinselliği ve kendi varoluşunun kökenlerini merak etmek ama bu bilgiden kaçınmak.

Bebekler doğaları gereği birer kâşiftir. İlk çabaları, “ben” ile “ben olmayan” arasındaki farkı anlamaya yöneliktir. Zamanla, ebeveynlerinin cinselliği ve kendi varoluşları hakkında sorular sormaya başlarlar. Ancak aldıkları yanıtlar genelde ya bastırılır ya da bilinçdışına itilir. Bu bastırma, merakın önünü keserken, bilme arzusu suçluluk ve kaygılarla örülü bir hale gelir.

Bilmekten kaçınılan tek konu cinsellik değildir. İnsanlar genellikle haset, öfke ya da şiddet gibi “istenmeyen” arzularından kaçınırlar. Birçoğumuz içimizdeki cinayet arzularını ya da derin kıskançlıkları kabul etmekte zorlanırız. Çocuklukta başlayan bu öfke ve kıskançlık düşünceleri zamanla bastırılır, suçluluk duygusuna dönüşür ve bilinçdışına yerleşir.

Psikanaliz, bilmenin önünü kesen bu içsel engelleri kaldırarak bireyi duygusal anlamda daha özgür hale getirir. Zihin, bastırılan duyguların yükünden kurtulduğunda daha akıcı ve yaratıcı bir şekilde işler. Psikanalitik terapiler, bireyin kendini ve başkalarını daha iyi anlamasına olanak tanır. Bu anlayış, bireyi kendi çelişkileri ve bilinçdışının etkileriyle yüzleştirerek daha dengeli bir yaşam sürmesini sağlar.

Sonuç olarak, psikanaliz sırf daha akıllı olmak için başvurulan bir yöntem değilse de, bireyin zihinsel ve duygusal dünyasında daha bilinçli bir farkındalık oluşturarak onu çok yönlü bir zeka ile donatabilir. Bu, şüphesiz, bilmenin özgürleştirici gücünün bir yansımasıdır.